Çevirmenlerin çarkıfelekleri başka insanlarınkinden farklı döner. Geçen hafta olsa bu kadar iddialı konuşmazdım. Şimdi İsviçre'de, kimi Gürcistan'dan, kimi Londra'dan, Berlin'den ve hatta sütliman kelimesine anlamını kazandıran (milk port derseniz o da olur, burada sütçülük hakikaten çok gelişmiş) İsviçre'den çevirmenlerle beraberim ve görüyorum ki çarkıfeleği hakikaten kendine göre dönen bir iş yapıyoruz.

Eskiden annemden dolayı ilkokul öğretmenlerini gördüğüm yerde tanırdım: Diz hizasında tayyör, alçak topuklu ayakkabı ve bir de tarifsiz bir ses tonu (ilkokul öğretmeninizin gözlerini yukarı çevirerek "bak yavrucum" deyişini hatırlayınız).

Artık çevirmenleri de teşhis edebileceğime kaniyim: Tuhaf saatlerde uyuyan, daha doğrusu pek uyumayan, bir türlü işin başına oturamayan, o sihirli an gelene kadar bahçıvanlıktan aşçılığa, oda temizlemekten yorgan yıkamaya atlanmadık iş bırakmayan, ve fakat eşref saatine erdikten sonra günlerce ortalarda göremediğiniz... O nedenle yüzü soluk, bakışları kuşkulu. Yine de emin olamadıysanız yarım saat sohbet edin. Kimsenin tanımadığı Kongolu bir yazarın adı gerekli gereksiz birkaç kere geçecek, belki dalgın bakışlarla Latin Amerika'nın bir köyüne gidip, bilmem hangi romanda anlatılan bir yeri görmekten bahsedilecek, yahut -en eğlencelisi bu- hiçbir bilgi yarışmasında sorulmayacak kadar ayrıntı bir bilgi aniden sohbete karışacak, tıp, coğrafya, tarih, edebiyat, fizik, kimya; alan önemli değil, hepsi olabilir.

Çarkıfelek malum, zorlarsanız ucu tutkuya ve çileye kadar uzanabilen bir şeydir. Açık konuşmak gerekirse İngilizce "passion fruit," "passion", sonra "İsa'nın tutkusu" gibi şeylerden dolayı, nereden nereye. Hepsini birbirine karıştırınca kaderim tutku, çile de benim bebeğim, aslında hepsi benim bebeklerim gibi bir şey oluyor ki bu damarı başka dillerde nasıl anlatırız bilemiyorum.

Neyse. Zamanla anlarız. Bu blog'u açtım, çünkü İsviçre'nin bir dağında başka çevirmenlerle üç hafta beraber kalacağım, kaç senedir bırakmaya çalıştığım ve bir türlü bırakamadığım bu işle ilgili tuhaf hisler içindeyim ve anlatmaya ihtiyacım var. Arada bir rapor verebileceğim bir yerim olsun dedim, belki ilgilenen olur, okur dedim. Bir de şu var: 1100 sayfalık bir kitabı çevirmeye çalışıyorum. Bazen canım çok sıkılıyor. Tek başına kalınca hizaya girmek hiç kolay değil. Bazı kitapları okumak bile projedir, bir de çevirdiğinizi düşünün. O yüzden mesela kafelerde çeviri yapmayı çok severim ben. Hem kimse sana karışmaz hem herkesin gözü üstündedir. Bu blog da öyle bir şey olur diye bir umudum var, beni disipline sokar, ayrıca eşref saati gelene kadar oyalanma vesilesi olur, cam silmek, mutfak dolaplarını indirmek falan gibi. Kaderli tutkular benim çileli bebeklerim.

Comments

Popular posts from this blog

Mağduriyetle Tanışan Çevirmenler Derneği